Gönlümde bin hüzünle kapına geldim. Çıtım yok
açmaya. Kilitli olmaz ki zaten, iki kanatlı, oymalı kapın.. Yüreğim, elimden
önce davranır tokmağına. İki kanatlı kapın. Bir kanadı az geride durup
beklemek, fikretmek için. Hangisinden gireyim? Hangisinden girersem gireyim
kaderim olacak, hayata açılan kapın.
Hayat çoğu zaman geniş ya da geniş zannederim, kaygan taşlı. Ulukavak yolunda
isen Kislik Camii, senin hayatında. Davun ağaçlı, çeşmeli, kıvrımlı, bahçeye,
mağazaya, odunluğa, badallara giden tarafların ile ferah bir hayatsın..
Hayattan bakıyorum sana, beni ısıtan, bir zamanlar ahşap kanatların düşmüş
pencerelerinden.
Sana bakınca içimi mis kokular kaplıyor , Ulu Cami’de,
Sakalı Şerif’de camlı, ahşap bir kutuda idi. Ey beni kokusundan alıpta diyar
diyar kuşatan nefsim.
Elim yüzüm yunmuş, badal badal çıkıyorum. Merdiven başındayım, daha süslü bu
kapın, üstelik tokmağı da yok, kapalı gibi duruyor fakat biliyorum ki her
zaman açık. Ayağımdaki çamurlar hayatta kaldı, tozlu ne varsa, aşağıda
merdiven başında bırakıyorum.
Eşikten atlamadan önce, bahçeyi mi dolansam?
Önde hayat arkada bahçen. Türlü çeşit meyveleri, kuyusu, havuzu, misk
amber güllerin olduğu bahçe, şimdi tarumar. Fevzi Çakmak’ın bahçesinden
güller budanırken sana getirmiş,kırmızı ve beyaz gül çubuklarını aynı yere
dikmiştim de, bir kökten kırmızı beyaz güller açmıştı, rengine kurban olduğum
ay-yıldızlı gibi.
Kimi zaman yemyeşil, kimi zaman bembeyaz oldu seninle düşlerim, cır cır
böceklerinin senfonisinde mısralar dizdim hayallerime, en zor soruları sende
çözdüm, ne ektiysem onu biçtim bu topraklarda.
Komşu bahçelerde dut ağaçları. Kara dutlar, beyaz dutlar. Yemyeşil
çayırların üstünde, Kör Üsüyünün Ayşe Abla, pirinç semaverde çay demlerdi.
Her bahar ve yaz, dut ağacının altında çay içerdik konu komşu. Pirinç
semaverler üzerinde, porselen demliklerde demlenen dostlukların, Senin
katındaki yerin neresi?
Bahçelerin etrafında duvarlar var, senin yol kenarındaki duvarın yıkık,
Senin sınırların var.
Babama sınırlarını sorduğumda cevabı bana bırakışı ile zihnimin kıvrımlarında
şekilleniyor yolların. Bahçende dolansam dursam, erik ağacının
gölgesinde toprağa karışsam.
Merdiven başındayım, sol taraftan zakkum kokuları, kapının genellikle sağ
kanadından giriliyor. Kimi kapıların sağ kanadı, kimi kapıların sol kanadı
açılıyor, hayat tarzına göre. Aşağı sofadayım. Tahtalar gıcırdıyor.
Merdivenlerden çıkıyorum.
Kiminiz bahçeler içinde arzı endam eylerken, kiminiz sırt sırta vermiş,
yolları kuşatıyorsunuz. Kiminiz çıkmaz sokaklara nefes olan şiir bahçelere
açılan kanatlı kapılarla, sırlar döşüyorsunuz hayata, benim hayatıma. Her
Cuma öncesinde, Amasya Caddesindeki evde, Münadiye Hocanın bahçe odasını
temizledikten sonra gelen Mavi Kelebek, neden sana hiç şaşırmazdım. Neden her
hafta gelir, bahçe odasını dolaşır giderdin de, her gelişini sukut ile
seyrederdim?
Mavi kelebekler, şimdilerde Bosna’da Senin izinden giderek toplu
mezarları buluyorlar.
Sırt sırta duran evlerin birinde nur yüzlü, iki büklüm, sessiz bir Emine Nine
vardı. Her yaz çocuklara Senin bilmemizi istediklerini anlatırdı. Huzur dolu
Emine Ninenin evi, sır verirdi, diğerlerine.
Sulu Sokakta dizili olanlarınız sanki Zile’nin merkezi. Hangi yönde olursam
olayım düz gidince bulurdum, trabzanından kaydığım, her fırsatta Şişko
Şevket’e koştuğum evi.
Bir mazeretiniz yoksa diye komşu teyzeye elçi olduğum, sahibiniz çocuklarla
duvar dibinde eski kitapları sattığım, Yeni Hamam yokuşundaki sokağında,
kızak kaydığımız evler. Gerçeğe
doğru hayal ile koştuğumuz yıllarda, muzip yaramazlıklardan sonra, kapının
tokmağına hızla dokunup saklandığımız kafesler, kimi zaman çocukları, kimi
zaman hatıraları, çeyiz sandıklarını, kışlık üzümleri, kimi zaman aşk
mektuplarını muhafaza ederdi, kimi zaman da görücüye çıkmak istemeyen genç
kızları. Bana göre en şirininiz Berber Nahide’nin evi idi. Ön odası gelin saçlarının
yapıldığı berber dükkanı, arka oda, sahibinin konağı. Ne çalışkan, temiz,
kibar, iyi huylu insandı senin sahibin Berber Nahide.
Zile’nin gül yüzlü gelinleri sende taktılar hayalleri ile süsledikleri
telli duvaklarını.Düğün salonundan gelin gitmek ayıptı o zamanlar. Kaçmış
gibi, kimsiz kimsesiz gibi, olur muydu öyle? Baba evinden giderdi şanı ile,
gül yüzlü gelinler damadının evine, yüreğine. Ulukavak Sokağında, aşağı sofada,merdiven başındayım.
Nazende sevgilim yâdıma
düştün “
nağmeleri yükselirken çıkıyorum basamakları. Yukarı sofadayım.Güller,
laleler, menekşeler, sümbüller saçmışsın yoll
“Değdi saçlarıma bahar gülleri
arıma, huzur doluyorum.
“Sevenin bahtına bir güzel düşer
Sen de tek sevgilim aklıma düştün…”
Sen öyle
nazik, öyle hassas duygular ile dolu bir evdin ki hiç düşmedim boşluğa. Yanı
başında cami var diye, melekler gelmez diye hep temiz olurdun.
Beş vakit suküt ile dinlediğimiz ezanlar ile huzur doldurdun geçmişime,
bugünüme. Bir cephen Hüseyin Gazi Tepesine, bir cephen Ulukavak yoluna, bir
cephen de Boğazkesen yoluna bakardı.
Muşabakta anılarımı saklıyorum ..Musanderenin üstünde kitapları, gülleri.
İşli,
oymalı tavanlar ile bir hayal diyarı oldu senin odaların. Yaz , kış fark
etmez. Her mevsim bir masaldı benim için. Salça, çamaşır kaynatıldıktan sonra
közler alınırdı maltıza veya mangala. Bu ikiliden hangisi kullanılırsa, hep
sofa da kalır, odalara alınmazdı. Üstünde ya çay demlenir ya
kahve pişer ya da boşa gitmeyen közler, seni ısıtırdı. Sofada ki
sedire oturup maltızdan çıkan cingileri seyretmek, ne de güzel
olurdu. Sedirin altı ise kapaklı ve çocuklar için gizemli.
Semaver girerdi odalara, baş köşeye kurulurdu, şiirle demlenirdi yarin
elinden içilen çaylar. Senin hanım sahiplerin “buyur bey” çayını derlerdi,
hep efendi ve beydi hanımlarının dilinde sahiplerin.
Varaklı aynaların önünde porselen altlıklı, duvarda asılı ise,
camdan gaz lambaların.
Kimi odada duvarda bir rafın olurdu gaz lambası için. Odalarında
kapaklı,bacalı ocakların, ocağın yanı başında cağ, baca başında
ise radyo, lamba ya da her ne lazımsa o bulunurdu. Baca başında
bulunmayan şey ne hikmet ise bucabakta olurdu.
Söz ile örülü duvarların, ince sözler ile. Söz ile örülü ruhum. Sen beni en
ince duygular ile konuk ettin, esintiler ile zihnimi donattın. Anılar verdin
bana ince ince nakışladın hayal eyledin. Bülbülleri,serçeleri,ağaçkakanları
soframa neşe eyledin. Sardın sarmaladın çocukluğumu, korkularımı,
endişelerimi, yaralarımı.
Affet, Ben Seni unuttum bir zamanlar. Düştüm hoyratlığın, değer bilmezliğin
yoluna.
Şimdi senin bahçende, senin odalarında başkaları oturuyor. Fakat Sen
benim kalbimdesin her zaman. Kıskanıyorum onları. Nefsimin iştahını körledi
soğuk beton duvarlar. Senin sıcaklığını, kokunu ve senden
uzaklara bakmayı çok özlüyorum. Uzak diyarlara gittim, senden çok uzaklara.
14 yıl oldu, artık sokağından geçemiyorum bile, içim acıyor.
14 asır oldu, dolanıp duruyorum. Sen bütün görkemin ile çekerken kutupları,
ben dolambaçlı yollarda dolanıp duruyorum.
Zile’nin eski, güzel evleri, sizin bulunduğunuz yerler köhne Zile olmuş.
Saçaklarınızdan dökülüyor yılların yorgunluğu, kadir kıymet bilenleri
bekliyor gibisiniz.
Sen kainatın merkezinde, samimiyetsizlik parça parça bölmüş insanları.
O yüzden şimdilerde, Seni sevenlerin yaşadığı topraklar zulüm, sefalet
altında inliyor.
Yine de ümitliyim.
Anadolu’nun bağrında bir başkadır Zile semaları, evleri. Zile’yi gönül erleri
bekliyor. Gönül erleri, gelecek Hırka-ı Şerif’i bekliyor. Zile vefalı
bir gönül bekliyor. Kendisinden gidenleri geri kazandıracak, vefalı
gönülleri bekliyor.